Ayşe Paşalı’ya Mektup

Sevgili Ayşe,

Seni, beyaz ceketli, solgun yüzünün paspartuladığı şişmiş, morarmış gözlerindeki kızgın ifadenin dondurulduğu fotoğrafından tanıyorum.

Yaşayabilmek için verdiğin olağan üstü çabayı ise avukatından dinledim.

Kızmakta çok haklısın...

Kime kızdığını ben anladım ama anlamayanlar, anlamak istemeyenler var.

Ölümünü fırsat bilip ders vermeye kalkanlar, muhalefet edenler var ama senin hiçbir zaman sembol olmak istemediğinden adım kadar eminim.

“Başka Ayşe’ler ölmesin” sahiplenmelerinden çocuklarının bir huzur çıkarabileceğini sanmıyorum.

Seni döven boşandığın kocanın tehditlerini tehdit kabul etmeyen, seni dövdüğü için özür dileyince  O’nu senin yerine affeden, senin yerine kadına el kaldırabilen bir mahlukata inanmayı tercih eden, öncelikli görevinin suçu önlemek olduğunu bilmeyen, suç işlendikten sonra sahne alan, çok geniş takdir yetkisi bulunduğu halde kanaatini seni korumaya odaklamayan; polis, savcı ve hakim için elbette söyleyecek bir sözüm yok.

Ben senin mirasçın olsam, hepsini yargıya havale ederdim...

Bizde ise usul, medyaya havale etmek olmuş.

Senin gibi şiddet mağduru kadınların hepsi ve uyuşturucu mağdurlarının tamamı, bıkmadan, üşenmeden, yargıya rağmen yargıya müracaat etseler ne değişirdi bilemiyorum çünkü bunlar mevcut Başbakan’ın yarattığı modaya uygun olarak “münferit olay” kabul edilmekte.

Biz bu hikayeyi hep aynı nağmelerle dinlemekteyiz.

Kavaf bir adım öne çıkmış ve senin can verdiğin olayda, “Kadın bakanı didik didik etme ve eteğinden aşağı çekme çabaları var” demiş.

Sana mı yanayım, bu lafı eden bencilin egemen zihniyetine mi yanayım...

Senden, akan kanının ardından “yasa da böylece değişecek, bu olumlu bir gelişmedir” diyebilen bir kadın Bakan’ın varlığı için bir insan olarak özür diliyorum.

Benim ülkemde, Kadın ve Aileden Sorumlu bir Devlet Bakanı, aile-içi şiddet kavramını yeni duymuş, yasanın eksiklerini yeni tespit etmiş, uygulamanın faullerine vakıf olmak, gerekli tedbirleri almak için senin ölümünü beklemiş olamaz.

Türkiye’nin gerçekleri arasında aile-içi şiddet dendiğinde, boşanmış kadınların sorunları, nikahsız yaşamaya makhum bırakılan kadınların sorunları göz ardı edilebilir mi?

Sen bunu biliyordun, bilinçliydin ve yargıya sığındın ama Devlet senin farkına yeni vardı.

Yargı ne zamandan beri Devlet’in sorumluluğu değil de karşı tarafı anlayamıyorum.

Üzülerek düşünüyorum, acaba şimdi çocuklarına sahip çıkan erkek kardeşin boşandığın cani kocanı engellemek için keşke O’nunla kimin kime gücü yeterse diyerek dövüşse miydi? Biz bu muyuz?

Kavaf, sığınma evleri kurduk demiş, topu taça atmış...

Anlaşılıyor ki Kavaf’ın aklında senin neden korunamadığın değil senin neden kaçmadığın, saklanmadığın sorusu hakim.

Daha ne kadar özür dilesem az, sen geri gelmezsin ki...

Bundan sonrası için sana teşekkür de edemem, çocuklarının hali ortada, onlara küfür etmek gibi olur.

Sen bizi affet de diyemem ki...

Devlet Bakanı’nın, “50 milyon erkek var ülkede. Hepsinin başına bir polis dikemeyiz.” diyen, yanlış bir veriyi de içeren sözleri kulaklarımda çınlıyor.

Sen her hangi bir kadının boşadığı eşinden şiddet gören biri değildin.

Devlet’inden yardım için talepte bulunmuştun.

Burada, mirasçılarının Devlet’ten tazminat hakkı doğduğunu kimse idrak etmiyor olabilir mi?

Keşke avukatın savcıya verdiği dilekçesini ve hakimin verdiği korumama kararını, Başbakanlığa, İçişleri Bakanlığına, Adalet Bakanlığına, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanına, Baroya, Sivil Toplum Kuruluşlarına, Başbakan ve Cumhurbaşkanı eşlerine ve olmazsa olmaz medyaya senin ölümünden önce yollamayı akıl etmiş olsaydı.

Gururunu ayaklar altına alsaydın da diz çöküp hayatın için yalvarsaydın...

Bak gördün mü kabahat yine sende (!)

Sözlerim tükenip sana veda ederken, o dayaktan morarmış kızgın gözlerinden sevgiyle öperim.


Kaynak gösterimi: Gezer, T., www.0-18.org, Diyorum ki...

Yorumlar