Çatışan Çocuklar

03 Mart 2008


14 Ağustos 2000, sabah saat 09:30. Kafamı kaldırdım ve yüksek binaya baktım. En üst katında çalışmaya başlayacağım. İlk defa sivil toplum yani üçüncü sektörde çalışmaya adım atacağım. Ayaklarım yürüdü binaya doğru, içim buruk. İki gün önce özel sektördeki çalışmamı sonlandırdım. En son bir enerji santralinin inşaasında çalışmış ve yorucu, sinirleri yıpratıcı, arka arkaya günler geceler devam eden uzlaşma seanslarını tamamlamıştım. Sözleşme okumaktan, sözleşme yazmaktan, sözleşme işletmekten, hakem duruşmalarından, uzlaşmalardan, mahkemelerden, taşeron, mühendis ve avukatlardan, sözleşmelerin maddeleri arasında çıkar yol aramaktan içime fenalık gelmişti. Sözleşmeleri kilo ile belirtirdik. En son işlettiğim 80 kiloluk bir sözleşmeydi. Sürmenaj oluyorum, artık bırakmalıyım demiştim. Daha rahat işlerde çalışırım, sosyal hayatıma daha çok zaman ayırabilirim, yepyeni bir sektörde kariyer yaparım demiş, kendimi ikna etmiştim. Uzlaşma biliminin, bence hem sanat hem de bilimdir çünkü edası da çok önemlidir, yani müzakereciliğin en üst seviyesinde kariyer terk etmek ve yepyeni bir sektöre sıfırdan adım atmak cesaret istiyormuş. Bakalım beni neler ve kimler bekliyordu. Üçüncü sektöre adımımı atarken işte bunları düşünmüştüm. Binanın güvenliğinden içeri adımımı attım ve çok büyük hayallerle özel sektörü arkamda bıraktım.

Bir sivil toplum kuruluşunu yönetmek sorun değil, bir işletmeci için çok basit. Ama her işletmede olduğu gibi işletmenin misyonunu çalışmış olmak şartı var. Bu sefer hedef iki yıl içerisinde 60 milyon Doların üzerinde bir maliyetle, yüzlerce işçi, onlarca taşeron, onlarca mühendisle bir enerji santralini devreye sokmak ve işte bilmem ne kadar Dolar kar elde etmek değil. Bu sefer toplumu silahsızlandıracağız.

Hemen çalışmaya başladım. Baktım ki dünyanın pek çok ülkesinde kolluk güçlerinden çok yurttaşların elinde silah var. Yasa ne buyuruyor inceledim. Şok oldum. Yasa değişmeliydi hemen not aldım. Silah ruhsatlarını emniyet birimleri veriyordu. Bu adamlar değil miydi canımızı malımızı korumakla mükellef olan. Burası bir hukuk devleti değil miydi. Neden ona buna silah ruhsatı veriyorlar, devlet erki birbirlerine silah hediye ediyorlar, özel sektörden silah hediyelerini kabul eden başbakan acaba bizim mi? Emniyet silah ruhsatı veriyor ve harçlarını kendi bünyesine gelir kaydediyordu. Ne kadar çok ruhsat verilirse o kadar çok para kazanan merci bizi kendisi korumakla mükellef bir merci değil miydi? Bireysel silahsızlanma kavramı tanımlanmamıştı bile.

Bunları hazmetmeye çalışırken ve nasıl düzeleceğini planlarken Birleşmiş Milletler’in Çocuk Hakları Sözleşmesi ile tanıştım ilk defa. Sözleşmenin önsöz kısmında Acil Durumlarda ve Silahlı Çatışma Halinde Kadınların ve Çocukların Korunmasına ilişkin Bildirinin hükümlerine atıfta bulunuluyordu. Hemen ilgimi çekti ve deşmeye devam ettim.

Sözleşme Madde 38 - 3., “Taraf Devletler, özellikle onbeş yaşına gelmemiş çocukları askere almaktan kaçınırlar. Taraf Devletler, onbeş ile onsekiz yaş arasındaki çocukların silah altına alınmaları gereken durumlarda, önceliği yaşça büyük olanlara vermek için çaba gösterirler.” demişti. Bu madde hemen değişmeli diye düşünmüştüm. Çocuk ve silah olacak iş değildi. Ele silah alma, askere alınma alt yaş sınırı 15’tir diyordu merci. Memleketi halletmiş Birleşmiş Milletlerin Sözleşmesini değiştirmeye kafayı takmıştım.

Sözleşme Madde 38 - 4.’de, “…Taraf Devletler, silahlı çatışmadan etkilenen çocuklara koruma ve bakım sağlamak amacıyla mümkün olan her türlü önlemi alırlar.” da deniliyordu. Bir de Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara Katılmaları İle İlgili İhtiyari Protokol karşıma çıkmıştı.

Bunları okuduğumda bizde çocuklar savaşmıyorlar, silah taşımıyorlar diye şükretmiş, durumun böyle kalması için yurttaşlık, hukuk devleti, öfke denetimi, uzlaşma yöntemleri, adalet ve kanun, barış konularında çocuklara ve yetişkinlere eğitimler vermenin gerekli olduğunu not etmiştim. O aşamada çalışmalar barışı kazanmaktan ziyade barışı korumak odaklı olmalıydı. Burada sevgiyle anıyorum Brezilya’lı Antonio Banderas’ı. Bana açtığı ufkun değeri sonsuzdur. Kendisini en son NewYork’da görmüştüm. Şanslı olduğumu çünkü Türkiye’de savaşan, çatışmalara katılan çocukların henüz bulunmadığını anlatmıştı. Memleketimizin halini en az benim kadar biliyordu.

Diğer taraftan silahla intihar eden/ettirilen çocuklar, silah kazasına (!) kurban giden çocuklar, silahla öldürülen, silahla öldüren çocuklarımız vardı. Medya silah sıkanlara maganda özrünü yapıştırıp geçiyordu. Kaza kurşunu kavramı yaygındı ve yasada yeri vardı. İlk iş kaza kurşunu hafifletmesini halletmek olmalıydı. Kaza kurşunuyla (!) yılda 360 çocuk ölüyordu. O gün bugün Ateşli silahlar kanununun bir takım maddeleri değişti. Yeni Türk Ceza Kanunu gerekli düzenlemeleri yaptı; Silah bulunduruyorsan tedbir alacaksın ve adam öldürmeyeceksin. Öldürürsen buna kaza denmeyecek. O zamanlar trafik canavarına kızını teslim eden Boray Uras’ı tanımıştım. O da trafik kazalarından yakınıyordu. O da başardı, şimdi trafikte de “ah pardon kazayla oldu” yerine tedbir almamak suçu var. Bu ve bunun gibi başarılar elde edildi. Silah ruhsatı sayısında giderek azalma yaşandı. Biraz biraz parmağım olduğu için mutluyum. Kazanım sahipleri bunu hiçbir zaman bilmediler ama ülkemizdeki silah lobicileri beni çok iyi tanıdılar. İnanın çok iyi tanıdılar... İşte ben buna üçüncü sektörde kariyer yapmak derim.

Şimdi yıl 2008. Güneydoğu’da ve Doğu’da çocuklar savaştırılıyor. Çocukların eline taşlar, sopalar veriliyor. Çocuklar güvenlik güçlerinin karşısına ön saflarda sürülüyor. Kimi aydın (!) bu çocuklara müdahale eden güvenlik güçlerine veryansın ediyor, bu çocuklardan sorumlu anne-babalara hiç kabahat bulmuyor. Devlet, her zaman olduğu gibi sadece anne-babalara kabahat buluyor. Sosyal Hizmetlerden sorumlu bakan bu çocukların tespit edilerek kurum bakımı altına alınmasına dair herhangi bir adım atmadığı gibi konudan bahsetmesi gerektiğini bile bilmiyor. Bu savaştırılan çocuklardan daha fazla risk altında olanları yoktur herhalde. Çocuk Hakları Sözleşmesinin gelişim ve korunma ilkeleri bol bol konuşulsa da katılım ve yaşama ilkeleri pek sansasyonel olmadığından mıdır nedir uzmanların da ilgisini çekmiyor, çekmemiş.

İşte geldiğimiz nokta budur. Çocuklar, hem de 7-8 yaştan başlamak üzere çatışma alanlarında boy gösteriyorlar. Önlem almak için birşeyler yapıldı mı? Hayır.

Yaklaşık 8 yıl önce bizde yok diye şükrettiğim savaşan/çatışan çocuklar meselesi bugün karşımda sorunların en büyüğü olarak duruyor. Çocuklarımız savaşın/çatışmanın ortasına atılıyor. Emniyetin verilerine göre 2007 yılında sadece Van ilinde 300 den fazla çocuğun ve kadının terör olaylarına karıştığı tespit edilmiş. Çocuklar tespit edilmiş de ne olmuş. Ceza ehliyetleri yok, yine ve yeniden ailelerine teslim ediliyorlar. Hani bunlar rehabilite edileceklerdi, hani koruma altına alınacaklardı. Hani Sözleşmenin 38. maddesi…

Hani ben …
Hani hayallerim …
Hani kariyerim … 
http://www.0-18.org

Yorumlar