Bu Okulun Yönetimi Benim Elimde

25 Eylül 2006

Merhaba Arkadaşlar, kısa bir yaz arasından sonra yenilenmiş sayfamızla tekrar birlikteyiz. Sizlerden ayrıyken çocuk gündemi maalesef boş durmadı ve işkence, taciz, çocuk pornosu, kazalar, töreler, akılsız kurşunlar manşetlerde sık sık yeraldı. Her biri hakkında tek tek yazmak istedim, hepsini aklımda biriktirdim. Şimdi yeniden yazma zamanı ve memlekette konu bulma zorluğu diye bir telaş hiç olmuyor. Gündem geri dönüp bakmama gerek bırakmadı, konu yine karşımda.
Haftasonu Prof. Doğan Cüceloğlu’nu dinledim. Değerler konulu bir sunumu vardı. Yüz ile Can mukayesesi yaptı. Can’ı bastırıp Yüz’ü güldürmenin motivasyon kaybolduğunda büyük patlamalara yol açtığından, bunun da insanın hem kendisine hem de ilişkide bulunduğu diğerlerine büyük hasarlar verebileceğinden bahsetti. Niyetin şimdiki zamanda yapıldığını, hedefin yani motivasyonun ise gelecekte olduğunu söyledi. Bir şeye niyet ederken hedefin çok iyi tanınmış olmasının insana huzur vereceğini, risksiz olacağını anlattı. Ve tesadüfen yazının konusu hakkında bir örnek verdi. Boşta kalacağıma öğretmen oluvereyim niyetiyle hareket edenlerin aslında hedeflerinin ne olduğunun farkında olmadığını ve zaman içinde hedefin kötü tanımlanmış (boşta kalmamak) olmasından dolayı Can’ın yıprandığını ve her türlü olumsuzlukta diğerlerine (örnekte öğrencilere) zarar verilmeye (fiziksel şiddet) başlandığını anlattı. Bireyin kendine uygun hedefe niyet etmesinin önemi büyük. Uygun hedef koymak ve bu iyi tanınmış hedefe niyet etmek, herhalde sıkı bir dürtü kontrolu gerektiriyor. Ortada kalmayayım, öğretmen olayım (!)
Klasik “yeni eğitim ve öğretim dönemi başlıyor” şeklinde ifade etmemeye kesin kararlıyım da umutları yok etmeyecek ama içimdeki sıkıntıyı da insan gibi aktaracak bir cümle aradım yeni dönemi vurgulamak için. Aklımda hep hedefin kişiye uygunluğu var. Şu çıktı; Yine okullar açılıyor...
Yine okullar açılıyor. Bu dönemlerde hep tecrübelerimi hatırlar ve bir sonbahar hüznü yaşarım. Sonbahar hüznümün kaynağı muhteliftir ama sizinle sadece, oğlumu her sabah okuluna uğurlarken buz gibi esen balkonda dakikalarca arkasından bakıp üzüldüğümü hatırladım, kısmını paylaşayım. Gün boyu içim sürekli sıkılır, akşam oğlumun sağ salim bana gelmesi için dualar ederdim. Çocuğumu okula yollamaktan korkmuşum. Ama çok da haklıymışım. Burada okuldan kasıt üst düzey özel bir okuldan, Bağdat caddesinin göbeğindeki devlet okuluna kadar geniş bir yelpazedir.
Başbakan’a ve çocuktan sorumlu bakan ile eğitimden sorumlu bakana göre eminim münferit olaydır ve toplumun sinirini germeğe ne gerek vardır ama flört ettiği kız arkadaşının elini okulun bahçesinde tuttuğu için okul müdüründen, kızın babasından ve polislerden dayak yiyen (görüntü kayıtları mevcutmuş) gencin gazetede kendisini yetiştiren babaannesine bakıp kendimi hatırladım. Kendimi hatırlayınca eh bana göre olay münferit değil. Babaanne hesap sormuş okulun müdürüne “Torunumu neden dövdürdün?” diye. Cevap komik ama beklenen, “Dövdürdüm, sana ne oluyor. Bu okulun yönetimi benim elimde.” Burada kendimi sansürledim. Sanmayın literatür eksik kaldı.
Doğal olarak dayak olayının gerçekleştiği okul müdürünün odasındaki görüntü kayıtlarına herkes itiraz etmiş ve birbirlerini şantaj yapmakla suçlamışlar. Dayağı yiyen genç yargıya başvurmuş, baba-anne “Bu olaya karışan bütün yetkililerden şikayetçiyim” demiş. Bu arada ses, görüntü, cep mesaj, cep ses ve elektronik posta kayıtlarına kurban olayım da yanlış ellerde kurban da olunuyor, malumunuz.
Hangi birini eğitelim? Eğitimcileri mi, polisleri mi, kızın babasını mı? Aklımda hep Yüz’ün güldüğü, Can’ın bilendiği, hedefin bireye uygun olup olmadığı var. Niyet ile hedef arasında bilgi edinme ve harekete geçme de önemli tabii. Okul müdürü acaba öğretmenlik kadına yakışır, memurluk iyidir diye mi hedefini seçti yoksa çocukları çok sevdiği, onlarla iyi iletişim kurabildiği, meslek kendisine uygun olduğu için mi? Cevabı siz biliyorsunuz.
Şimdilik, okullar yine açılmadan şu duygulara tercüman olayım: Çocuğumu dövemezsiniz, ne eti ne kemiği ne sizin ne benim. O bir insan, o bir birey. Çocuğumu döverseniz bana çok fena şeyler oluyor.
“Okulun yönetimi benim elimde” zihniyeti gerçekten kimilerine yakışıyor maalesef. İnsanın saçına başına, kılığına kıyafetine (jestler ve mimikler dahil) bakıyorsunuz ve o kişiden bunun aksini bekleyemiyorsunuz. Portre ben buyum diye bağırıyor. Belli ki kendisi de öyle yetişmiş ve öyle öyle yetişmiş ki gördüğü muameleyi hak ettiğine kanaat getirmiş. Şimdi artık o da dövecek. Kimi? Çocukları. Öğretmenlere laf geçirebilen devlet okulu müdürü görmedim de. Ancak çocuklara ve velilere sökmekteler.
Okulun yönetim kadrosunda çocuklara hizmet vermekle görevli olan insanlara okulun yönetiminin kendi ellerinde olmadığını, bunun üstünlük kazandırmadığını nasıl anlatırız acaba? Motivasyonlarının kaynağı olan hedeflerinin yanlış olduğunu anlayana kadar ya birileri zarar görürse.

Yorumlar