Hrant Dink Yaşasaydı

Yıllarca yaşadığımız sosyal sorunların çaresi olarak eğitimi ezberledik. Eğitimsiz olur mu, olmaz. Ama tek başına eğitimi kahraman ilan etmek doğru değil.

Suç, toplumsal yaşamın nimetlerinin yanında karşımıza çıkan negatif bir kavram. Her toplumda mevcut. En ilkelinden tutun en gelişmişine kadar. İçimizden söküp atmak mümkün değil. Bu gerçekle yaşıyoruz ve sıklıkla vicdanlarımız ağlıyor.

Çünkü hiç birimiz eşit değiliz, algılarımız, kabiliyetlerimiz, IQ ve EQ’larımız, genetik faktörlerimiz farklı. Tek tip insan yok. Olmamalı da. Tam bu noktada kader dediğimiz ama ne olduğunu ve buna ne kadar sırtımızı yaslamamız gerektiğine dair gerçek ipuçları bulamadığımız, bireysel koçların (!) dillerine doladıkları bir başka kavramla da avunmamızın sözkonusu olduğunu hatırlamalıyız.

Kader kavramını dini öğretilerden arındıracak olursak, elimizde fırsat eşitliği kalır. Bu anlamda da eşit değiliz. Hepimizin aile yapısı farklı, ailedeki çocuk sayısı farklı, ekonomik gelirlerimiz farklı. Köyden kente göç, evsiz sokakta yaşam, bedensel-ruhsal hastalıklar, uyuşturucu ve/veya alkol bağımlığı gibi kavramlar da işin içine girince eşit olabilmemiz, Devlet’in ekonomik gücüne ve doğru sosyal yapılanmış ve işletiliyor olmasına bağlı.

Çocuk suçluluğu ise adalet sistemimizin önemli bir iş yükü. Ne yazık ki sadece Adalet Bakanlığı’nın bir çocuk işi olarak algılanmakta.

Bir toplantıda, Çocuk Mahkemesi Hakimlerinden bir hanımın, “meslektaşlarımızdan bazıları bile bize “çoluk çocuk işi” yapanlar olarak bakıyorlar” sözünü hatırlayıp, gülümsüyorum.

Eğitimin kahraman ilan edildiği ülkemizde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın konuyla ilgili etkin önlemler aldığına dair bir duyumum yok. Zaten, Bakan Nimet Çubukçu, onlara ‘suça itilmiş’ çocuklar der ama “suçlu” çocuklarla ilgilenmeyi sevmez. Nimet Hanım, Çocuk ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanıyken de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde bu çocukları görmek istemediğini beyan etmişti.

Kavramlar trafiğinden sıkıldık ama işte bir kere daha karşımıza “suça itilmiş çocuk” kavramı çıktı.

Bu kavramı hiçbir zaman sevmedim ve sık sık; mağdurlar açısından vicdanları sızlatan, çocuklar açısından ise düzeltici olmaktan çok uzak bir kavram olduğunu yazdım. Sahada çalışanlar, akademisyenler, uzmanlar ve ideoloji sahipleri tarafından kınandım.

Gelin görün ki, çocuklardan biri usta gazeteci Hrant Dink’i katletti. Hepimiz, çocuğa suçlu demeyi kınayan bunun yerine suça itilmiş çocuk kavramını kullanmayı yeğleyen uzmanlar bile, O’nu lanetledik çocuk olduğuna aldırmadan.

1990 doğumlu O’nun ailesi Trabzon ilinin Düzköy ilçesindendi, ana-baba ayrıydı. O, Ortaokul mezunuydu. Lise birinci sınıfta okumayı bırakmıştı. Okuması gereken yaşlarda işe girer ama uzun süre burada tutunamazdı. Kimileri O’nu sakin, yaşıtlarıysa kavgacı olarak tanımlardı. Polis kayıtlarına “internet üzerinde çok vakit geçirir” olarak geçmişti. Madde kullanımı...

Birleşmiş Milletler’in Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre bu çocuk risk altındaydı, yaşatılması, geliştirilmesi, korunması ve katılımının sağlanması gerekliydi.

Ne Devlet ne Hrant Dink, ne siz ne biz O’nu hiç fark etmedik. Devlet, politikasıyla meşguldü. Dink Ermeni meselesiyle. Siz günlük yaşantınız nedeniyle, biz kavramları tatışmakla meşguldük. O, bize kendini fark ettirene kadar...
Çocuğun katil olmasına izin vermiştik.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde iki terör uzmanı, iki MİT görevlisi ve Başsavcı Aykut Cengiz Engin ile 2 savcı tarafından çarpraz sorguya aldık çocuk olduğuna bakmadan. Hem Ağır hem de Özel Yetkili Yetişkin Mahkemesinde yargıladık. Kimsenin şikayeti olmadı ancak, kader (!) karşımıza ‘taş atan çocuklar’ kavramını çıkardı.

Bu çocuklar suça itilmişlerdi, hatta polise taş atma ile oyun oynamayı karıştırıyorlardı. Ve hatta onları suça itenler de suçlu değildi çünkü bu bir demokrasi savaşıydı (!)

O ise suçluydu hem de varsa O’nu suça itenler de suçluydu. Devlet’in resmi evraklarına inanmadan adli tıp aracılığıyla katilin çocuk olmadığını ispat etmek istedik. Resmi evraklara karşı kemik yaşı tespiti savaşı akılları yordu.

Malum ‘taş atan çocuklar’ yasasının ardından artık çocuklar Özel Yetkili Yetişkin Mahkemelerinde de yargılanmayacak. O, şimdi Çocuk Mahkemesinde yargılanacak çünkü suçu işlediğinde 18 yaşından küçüktü. Devlet’in polisine taş atmamıştı ama olsun yasalar her kesimden çocuklar içindi. Hakkı kendisine lütfedildi...

İstanbul Özel yetkili 14. Ağır Ceza Mahkemesi görevsizlik kararı vererek dosyasını, İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.

Bundan bir-iki ay önce Adalar Belediyesi, Kınalı Ada’daki bir parka ‘Şehit Gazeteci Hrant Dink Çocuk Parkı’ adını verdi. Park, Dink’in eşi Rakel Dink’in de katılımıyla açıldı. Hepimiz çok takdir ettik ve kutladık.

Ancak, değil mi ki O, Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanacak ve ceza alacak, basında, “katilden çocuk yarattılar” başlığı gözüme ilişti. Dink ailesi “kanunların adaleti prangaladığı” inancını dile getirdi.

Hrant Dink yaşasaydı, vicdanlar mı adaleti prangalamalı sorumuza ne yanıt verirdi acaba diye bütün gece düşündüm. Moda’da karşı komşuma düzenli dağıtımı yapılan AGOS Gazetesindeki yazılarından takip ettiğim Dink’in 8 Kasım 1996’da Agos Gazetesi’nde yayınlanan “Kaybolmayın çocuklar!” yazısını hatırladım.

Hani, “Kaybolmayın çocuklar! Kaybetmeyin analar! Kaybolan çok insan var, bulun onları analar!” diye bitirdiği yazısını. Dink’in çocuktan kast ettiğinin bütün çocuklar olduğuna yemin edebilirim... Kendisi koyu bir demokrattı, hak aramayı severdi, çocukların haklarına karşı duyarsız olamazdı.

Dink ailesinin feryatları ve nefreti anlaşılır bir yas halidir. Vicdanlarının demokrasiye üstün gelmesi olağandır ve hüzünlüdür. Hepimiz çok üzülmedik mi?

Ne zaman sosyal bir devlet oluruz? Aramızda kaybolan çok çocuk var, bul ve koru onları devlet diye dayatırsak. Kaybolan çocukların korunması dediğimizde aslında toplumda suçun önlenmesini istediğimizin farkında olarak...

Ne zaman demokratik bir toplum oluruz? Yargıda usulün esasa üstün olduğunu, kanuna karşı çocuklar dahil herkesin eşit olduğunu içselleştirdiğimizde.

Vicdanen, bir Ermeni olmamakla birlikte ben de bir Hrant Dink’im ve tabii ‘suça itilmiş çocuk’ kavramında, Muhtar Amca/Teyze’den tutun da Başbakan’a kadar, Devlet’in rolünü de açıkça belirtmeliyiz.

Yorumlar