Türkiye'de Kadına Biçilen Yeni Görev

10 Mart 2008

Çocukluğumdaki aile profillerine baktığımda kadın evde oturur, çocuk bakar ve ev işleri ile uğraşırdı. Evin işletilmesinden, ev ekonomisinden sorumlu fert kadındı. Çocuklar okula giderdi gitmesine ama kızlar nasılsa eş ve anne olacakları için temel eğitimden sonra ya okulu bırakırlar ya da biçki dikiş, nakış, yemek gibi kurslara giderler ailelerine bakma mesleği edinirlerdi. O zamanlar ev kadınları bu işleri sosyal güvenceden uzak yaparladı. Sonraları BAĞKUR, ev kadınlarına da hizmet vermeye başlamıştı. Ailelerde üç çocuk modası vardı.
Babalar ev-dışı işlerle ilgilenir, para kazanırlardı. Hayat müşterekti. Herkes halinden memnundu. Sonraları bu hayat müşterektir lafı, kadın hem ev-içi hem de ev-dışı işlerde çalışır, erkekler işsiz ne yapsın evde oturur anlamına haiz oldu.

Derken Doğu’da ve Güneydoğu’da belli telaşlarla üreme arttı. Kadın çok doğurmalıydı ki yeni yeni oylar yetişsin, yeni yeni savaşçılar üretilsin. Terör hayatımıza girdikçe yöre halkı korunma amaçlı da üremeye başladı. Ne kadar çok insan varsa o kadar çok eli silah tutan olur denklemi gündeme geldi. Ailede artan çocuk sayısı eve gelir getiren sayısını da arttırmıştı, bu iyiydi. Bir dönem için. Sonra kırsalda geçim sıkıntısı başladı. O kadar çok çocuk vardı ve kısıtlı alanda gerçekleştirilen tarım ve hayvancılıkla elde edilen gelir bunların boğazına yetmiyordu. Göç başladı.

İnsanlar akın akın büyük şehirlere koştular. O zamanlar gerçekten İstanbul’un taşı toprağı altındı. Her gelen vasıfsız işler buluyordu. Ancak, kısa zamanda asgari ücretin onca nufusa yetmediğini anladılar. İlk insan kaynağı olarak kadının ev-dışı işlerde çalışması gündeme geldi. Göçle gelen ailelerin kadınları temizlik işleri yapmaya başladılar. Başladılar başlamasına ama bu ailelerin çocukları evde sahipsiz kaldılar. Hatırlıyorum da gazetelerde “beş küçük çocuğunu eve kilitleyip temizliğe giden anne akşam eve döndüğünde çocuklarının yanmış cesetleriyle karşılaştı” gibi haberlere sık rastlanıyordu.

Ebeveyn kontrolünden uzak kalan çocuklar okulu asmaya başladılar, sokaklarda başıboş oynamaya daldılar. Bu arada teknoloji geliştikçe insan yaşamı süresi artmaya başladı. Ekonomi geliştikçe ve özellikle Özal döneminde serbest ekonomi politikaları benimsendikçe kadınların ev-dışı işlere kayması sözkonusu olmaya başladı. Kadının ev-dışında çalışması ayıp karşılanırken, kadınlar yepyeni insan kaynakları olarak iş gücüne katılmaya başladılar.

Çalışma saatleri uzadı. Anneler ve babalar eve hava karardıktan sonra girmeye, çocuklarından önce karanlıkta evden çıkmaya başladılar. Çocuklar kendileri giyinip, kendileri kahvaltı edip, kendileri okulun yolunu tuttular. Çocukların bakımında aksaklıklar görülmeye başlayınca yeni bir istihdam kolu açıldı. Anneler ev-dışı işlerde çalışırken çocukların bakımını üstlenen teyzeler ve ablalar istihdam edilmeye başlandı. Annelerin eğitim seviyeleri maalesef düşüktü ve sosyal düzenlemeler doğru dürüst yapılmadığından, Devlet eli ile kadınların maaşları düşük tutuldu yani kadınlar ev-dışı işlerde çalışırken hak ettikleri maaşları alamadılar.

Kadınlar düşük maaşa çalışıp az sosyal güvenlik primi ödüyorlardı ama yaşlandıklarında en az erkekler kadar sağlık hizmetlerinden yararlanmaları gerekiyordu. Sosyal güvenlik sistemi düşük prim ödeyen insan kaynaklarının şişmesi neticesinde alarm vermeye başladı. Önlem olarak önce daha çok kadının işgücüne katılması teşvik edildi. Ama bunlar da ekonomiye düşük prim ödeyenler olarak katılıyor, durumu giderek daha vahim hale getiriyorlardı. Artık kaostan bahsetmeye başlayabiliriz.

Kadınlar hem ev-içi hem de ev-dışı işlerde çalışmaktan yorulmaya ve bu yorgunluğa rağmen erkeklerden az kazanmaya devam ettikçe ülkemizde feminist akım kendini göstermeye başladı. Feminist akım dünyada bizden çok önce başlamıştır. Bizde çok daha sonraları. Aile-içi şiddet, çocukların suça itilmeleri, çocukların sokağa kaçmaları, çocukların sokakta çalıştırılmaları, madde bağımlılığı gibi sorunlar sıra sıra kapımızı çalmaya başladılar.

Sosyal güvenlik sistemi doğru dürüst işletilemeyince iflası gündeme geldi ve Devlet emeklilik yaşını yükseltmeyi marifet bildi. Avrupa böyle yapıyordu, bir bildikleri olmalıydı. Doğru bir yöntem olmalıydı bu. Ama bize uymadı. Çünkü bizde genç nufus başta anlattığım sebeplerden dolayı artıyordu. Onların istihdam durumlarını kimse düşünmedi. Avrupa’da ise genç nufus daralıyordu ve işler yapılmak yani insanlar ileri yaşlarına kadar ekonomi içerisinde tutulmak zorundaydılar. Avrupa bunun yanısıra aileleri çocuk sahibi olmaya teşvik etmeye başladı. Çocuk sahibi olan ailelere hediyeler ve çok ciddi rakkamlar ödemeye başladılar.

Size çok yakından bir örnek, oğlum Viyana’da doğdu. Hastane odası yeni doğmuş bir bebeğin ilk altı aylık bakımı için ne alet, edevat, tekstil, besin gerekiyorsa hepsiyle tıklım tıklım dolmuştu. Sivil toplum kuruluşları yeni bebeğe ve annesine çiçekler, oyuncaklar hediye etmeye başlamışlardı. Normal doğum sonrası hastanede sekiz gün tutuldum. Bunun belki iki günü sağlık nedeniyle olduysa diğer altı günü çocuğuma nasıl bakmam gerektiğine dair aldığım uygulamalı eğitimler içindi. Oğlumun aşıları, ilk altı aylık ücretsiz doktor kontrolü randevuları, bana en yakın sosyal hizmet uzmanının telefon numaraları, sivil toplum kuruluşlarının adresleri ve tel numaraları, belediyenin çocukla ilgili ürettikleri hizmetler hakkında bilgilendirme kitapçığı, eşimle akşam sefası yapmak istersek diye gönüllü büyük annelerin telefon numaraları, kutlama için şampanya ve çikolata ile kocaman bir ayı oyuncak içeren çok zevkli hazırlanmış bir paket de hediye etmişlerdi. Pakette ayrıca oğlumun, kimliği, oturma izni ve sağlık karnesi de mevcuttu. Bunlara müracaat etmek için o resmi merci senin bu resmi merci benim başvurularda bulunmak, itilip kakılmak zorunda kalmamıştım. Toplum her katmanıyla bana ve çocuğuma sahip çıkmıştı. Avusturya vatandaşı da değildik.

İşte maalesef işler bizde böyle değildi. Kadınların aktif işgücüne yoğun fakat düşük ücret ile katılımı bizi sonlara getirmişti. Yoksulluk başladı. Yoksulluk her dönemde vardır ama daha geniş kitlelerin yoksulluğundan bahsediyorum. Kadınlar kazandıklarını bakıcılara harcıyorlardı veya çocuklarını risk altında bırakıyorlardı. Ev-dışı çalışmalarından dolayı tüketimleri artmıştı, ekonomiyi büyütmüşlerdi ama büyüme ile kadınların çalışma koşulları birbirini destekler nitelikte değildi.

Aileler parçalanmaya başladı. Mesele daha çok uzatılabilir ama kısa kesmek gerekirse toplumda her türlü dinamikler değişti. İnsanlar yaşlılıklarında da çalışmak zorunda bırakılınca, gençlerin istihdamı suya düştü. Genç işsizler ordusu kavramı gündemde yer buldu. Aksi olsa şaşılırdı. İşsiz kadınlar evlerine geri döndüler ve çocuklarına bakmaya başladılar. Ya da işsiz babalar evlerine geri döndüler ve çocuklarına bakmaya başladılar. Standartları artacağına düşmeye başladı. Sosyal cinnetler yaşanır oldu.

Türkiye’nin nufusunun arttığı çok doğru. Doğu’da ve Güneydoğu’da çok çocuklu aileler yoğun hala ama artık eskisi gibi 9-10 çocuklu ailelere çok sık rastlanmıyor. Beş ve beşten fazla çocuklu ailelerin yüzdesinde düşüş kaydediliyor. Bir proje kapsamında 10 ilde 10.000 örneklemle yaptığım araştırmaya göre ailelerin %20,7’sinde çok çocukluluk görülüyor. Yeni nesil artık dört çocuktan fazlasını istemiyor. Bu sayı giderek daha düşecek. Çünkü gençler özgürlüklerinin keyfini çıkartma peşindeler, haklarının daha bir farkındalar, yoksulluktan artık iyice dibe vurmuş durumdalar. Yani çok çocukluluk giderek terkedilmek zorunda kalınan bir kavram olarak artık karşımızda duruyor.

Evet, Başbakan’ın da dediği gibi yakın zaman içerisinde Türkiye’nin nufusunda azalma yaşanacak. Genç nufus giderek azalacak. Kendisi insan kaynaklarının yaşam sürelerini, eğitim alma ve üretime aktif katılma sürelerini göze alarak mı her aile için üç çocuk dedi bilemeyeceğim ama her türlü gösterge üç çocuklu aileler yapısına işaret eder nitelikte. 

Bu nedenle, Başbakan’ın son çağrısı Sağlık Bakanı’nın yapabildiğiniz kadar çocuk yapın çağrısından daha akıllıcadır. Üç çocuk ... Bunlar kısmetleriyle doğar. Evet, bu da doğrudur. Çünkü, Doğu, Batı, Kuzey ve Güney’de herkes üç çocuk sahibi olursa nufusta düşüş olmakla birlikte, alt yapı açısından sağlık hizmetlerine, eğitime ulaşım daha bir kolaylaşır, gayri safi milli hasıladan kişi başına düşen pay artar. Refah seviyesi artar. İşgücü açısından ise işsizliği kısa vadede azaltabilmenin en kolay yolu kadınları yeniden ev hanımı mesleğine yönlendirmektir. Burada bir kadın erkek ayrımcılığından bahsetmek doğru olmaz. İşletme mantığı kadın çalıştırmak rantsa kadını çalıştırmaktan, erkeği çalıştırmak rantsa erkeği çalıştırmaktan yana bir mantık ile işler.

Bir de göçle gelen ailelerin tarıma yönlendirilmeleri meselesi var. Bu da ekonomide belli bir sektörün canlandırılmasıyla işsizliğin önünün alınması anlamına gelir. Yazı böylece uzar gider.

Sonuç itibarıyla, Başbakan’ın üç çocuk çağrısı, nufusun, ekonominin, uluslararası politikaların işletilmesi açısından doğrudur ama öncelikle altyapının tesis edilmiş olmasının önemi büyüktür. İhmal ve istismar olur o yüzden çok çocuk yapmayın, fakirlik de var sakın ha çocuk yapmayın yaklaşımı ise düz ve tek bir sorun odaklı olmasından kaynaklı pek de iyi planlanmış bir işletme olmaz.

Kadınlara vasıf kazandırmadan aktif iş gücüne katarsanız işte olacağı bu olmuştur. Vasıf kazanmış kadınların ekonomiye katkısı büyük olacaktır ama vasıfsız olanların ekonomiye katkısı hem sosyal güvenlik hem de diğer sosyal konularda negatiftir.

Başbakan’ın kadınlara yeni biçtiği ev hanımlığı görevi işletme açısından mantıklı olmakla birlikte bunu türbana ve kapalı toplum yapısı gereklerine oturtarak yapmaya çalışması çok yanlıştır. Kadınlar ev hanımı mesleğini icra ederken sosyal güvenceleri mutlaka sağlanmalı, emeklilik hakları olmalı ve kişisel gelişimleri üzerine ciddi kafa patlatılmalıdır.

İşletme; mevcut ulusal, uluslararası politikalar, hukuk düzeni, ekonomi ve sosyal durum gereklerine göre hamlelerin ve risklerin hepsini önceden düşünmeyi zorunlu kılar.

Hem zaten Başbakan arzu ediyorsanız üç çocuk yapın dedi. Matematik bu konuda kendisine katılmamı gerektirdi. Diğer taraftan doğrudur, aile çocuk yapmazsa ortada istismar edecek çocuk kalmayacağından çocuk istismarı olgularının sayısında akıl almaz bir düşüş yaşanır. Ama bu, çocuk istismarını önledik, başarılı olduk anlamına gelmez. Arzu edilen, tüm ailelerin üç çocuğa refah içinde bakabilecekleri seviyeye ulaştırılması ve çocuk istismarının kötü bir şey olduğu öğretisinin aileler tarafından içselleştirilmesidir.

Not : Anladınız eminim ama anlamayanlar mutlaka olacaktır, o yüzden yazmak ihtiyacı hissettim. Burada bahsi geçen kadınlar, üniversite eğitimi almış, iyi yetişmiş, üretken ve emeğinin karşılığını dört dörtlük alan kadınlar değil. Konu edilen kadınlar, evde ve işte köle edilmiş kadınlardır.

Yorumlar