Delili Yaratmak mı Zor Kaybetmek mi?

İhtilafların çözümü için delillerin tespit edilmiş olması, araştırılıp bulunması çok önemli. Hukuk sistemimiz deliller ışığında verilen kararlar şeklinde işliyor. Aksi düşünülemez, düşünülürse bu bir sözde akil adam diktasıdır... Tabii kısaca delil deyip geçmemek lazım. Günümüzde maalesef delil var, delil var. Delil dediğimiz zaman bunun hukuksal olması ve somut olması çok önemli.

Delil kavramı hukukumuzda başı boş bırakılmış bir kavram değil. Bir aracın delil olarak kabul edilebilmesi için taraflarca ortaya konulan aracın “ispat” niteliğinin bulunması, yargılamayı yapan tarafından bunun “sabit” bulunması yani hukuksal boyutunun mevcudiyetinin tespit edilmiş olması şartı vardır. Delili delil yapan diğer bir koşul ise maddi olay ile olan ilintisi yani ceza gerektiren maddi bir olayın çözümüne katkıda bulunması, olayın “sübut” etmiş olmasıdır.

Literatüre göre;

Deliller; beyan, belge ve belirti olarak karşımıza çıkarlar. Çıkarlar çıkmasına ama bunların nasıl ortaya çıkarıldıkları çok önemlidir çünkü, salt gerçeği aramak adına toplumsal değerlerin ve insani değerlerin zedelenmesi yine hukuka aykırıdır. Bu ne demek? Çok basit, herhangi bir aracı mahkemeye delil olarak sunabilmeniz için bunun hukuksal olarak temin edilmiş olması önemlidir. Örneğin işkence ile elde edilen bir itiraf, itiraf edenin rızası olsa bile delil olarak mahkemede kullanılamaz.

İşte böylelikle karşımıza yine literatürde rastladığımız üzere “delil yasakları” kavramı çıkmakta. Bu ne demek; delillerin elde edilmesi ve elde edilen delillerin değerlendirmesinde mutlaka işletilmesi gerekli bazı yasaklar vardır. Delillerin elde edilmesinde kamunun sınırsız olanakları olsa da yetkisi sınırlıdır.

Bu açıklamalar bizi nihayetinde “delilsiz mahkumiyet olmaz” düsturuna getirmektedir.

Burada elimde olmadan aklıma gelen bir anekdotu yazmalıyım. Yazmanın topluma katma bir değeri olmaz diyerek değer vermemiş, boş bulmuştum ama yeri geldi yapacak birşey yok.

Adli Tıp Kurumu Başkanımız, bir yazımda adli raporların adil olup olmadığını sorgulamış olmama içerlemiş olmalı ki konuşmacı olarak katıldığı sempozyumlardan birinde dinleyici olan bana ve diğerlerine kurumunun çok bilimsel çalıştığından dem vurarak “adli tıp adil olmak zorunda değildir” deyivermişti. Bu saçmalık karşısında bir profesyonelin doğal hali olarak saçımın teli kıpırdamadı ama içimden güldüm ve vah vah dediğimi hatırlıyorum. Çıkışta, kendime hakim olup sadece içimden güldüğüm için kendimi tebrik etmiş olduğum ender durumlardan biridir bu anekdot.

Demem o ki, kamu, delil tespitinde bilimsel ve hukuksal olsun biz onu adil kabul ederiz. Bir başka demem o ki, delil tespitinde kamunun yararlandığı sınırsız imkanlardan sanıklar da sınırsız ve ücretsiz faydalanabilsinler ki biz delilleri adil olarak kabul edelim.

Yazının varmaya çalıştığı nokta açısından bir durum tespiti daha yapmalıyız. Sağduyu sahibi, azıcık eğitimli bir sade yurttaşsanız unutmuş olmanız mümkün değil ama tabii aklını ideolojiye yitirmiş bir kanaat önderi iseniz unutmuş ya da karşı durmamış olabilirsiniz ki Başbakan, Ergenekon ve Balyoz gündemleri içerisinde Savcının delil tespit etmesindeki usulsüzlüklere göbekten oku sokan Yargıtay Onursal Başsavcısı, çok değerli bilirkişi Sabih Kanadoğlu’ndan emekli hukukçu olarak bahsetmiş olmakla ve emekli olmakla bilirkişilik niteliğinin kaybolduğuna dair sevimsiz bir değerlendirme yaparak bu davalarda delil tespitlerinin usule uygun yapıldığını beyan etmişti.

Balyoz gündemi ile ilgili olarak ise Başbakan olaya adı karıştırılmak istenen emekli askerler için de emekli orgeneraller televizyon televizyon gezip beyanda bulunuyorlar, itibar etmemek lazım işaretini verdi.

Gizli muhbirin biri kuyuya delil (!) atıyor ve rağbet görüyor ama orgeneral ya da başsavcı emekli oldukları için... Ben ne diyeyim, Türkiye’de değerler alt üst oldu dedi bile sevgili dost, gazeteci Nail Güreli dün akşam haberlerde.

Başbakan emeklilikle iş bitmişliği birbirine karıştırıyor olabilir mi? Sanmam, işine öyle geldiği için böyle beyanlarda bulunmuştur diye düşünüyordum ki bir nevi kamufle çabası içerisinde olduğu ortaya çıktı. Yargı süreci devam ediyor, siz konuşmayın diyen Başbakan’ın sanki niyetinin belirti nitelikli delili olarak ortaya çıktı ki, soruşturma ve mahkumiyetlere mesnet iki çok önemli delil ortadan yok oldu.

Delilleri araştıran, bulan, bunları soruşturan ve yargıya intikal ettiren, sanık sıfatıyla insanların tutuklanmasına sebep olan ve bunun için de destek bulan, aferim alan Savcı Zekeriya Öz kendi ISLAK İMZASI ile kısaca dedi ki; Danıştay saldırısı ile Ergenekon arasında bağlantı kuran delillerin bulunduğu CD kayboldu!

Balyoz planının bulunduğu 51 no’lu delil DVD de kırıldı!
Delil yaratmak, akıllı bir insansanız ve tabii ki ihtilaf yönetim sürecinin her hangi bir bölümünde çalışan tecrübeli bir profesyonelseniz olasıdır. Hukuksal ise delil niteliği de bulunur doğal olarak. Karşınızdakiler nispeten aptalsa delil yaratırken esneyebildiğiniz kadar esneyebilirsiniz de.

Nereye kadar esneyebileceğiniz ise hakimin “delillerin serbest değerlendirilmesi ilkesi” doğrultusunda sınırlandırılmıştır. Bu ne demek? Hakimler, delillerin ispat değerini kendi kanaatlerine göre değerlendirirler. Ancak, bu serbestlik hakimlerin diktası anlamına gelmez.

Bu nedenle delil niteliği bulunan adli tıp raporlarının bilimsel, usule uygun ve genel literatürün tüm şartlarını yerine getirmiş olması raporların ne kadar adil olup olmadığı yani hakimi doğru ya da yanlış yönlendirmesi ile ilintili bir meseledir. Kanaatim budur serbestliği her türlü kötü kullanıma açıktır. Kanaat, bilen kişiye sorumluluk yüklemelidir.

Bu durumda, dava açılmasına ve mahkumiyete mesnet delillerin kaybedilmesi meselesi de savcının namusudur. Ceza açısından delili emanet alan sorumludur (bu, savcının kendisi de olabilir, bu aşamada bilmiyoruz) ancak hukuk açısından savcılık da her durumda “kusursuz” sorumludur. Ergenekon sanıkları eninde sonunda Danıştay’a giderken bunu mutlaka koltuklarının altına koyacaklardır.

Kıssadan hisse; delil yaratmak kolaydır ama hukuksal olup olmadığı, adil olup olmadığı çok önemlidir. Hukuksal ve adil olmayanların foyasının ortaya çıkmasının engellenmesi ise ancak, delilin ortadan kaybolması ile mümkündür.

Delil kaybetmek sizin, benim için çok zordur.

Deliller yok olmuş işte bir şekilde. Nasıl şekilde yok oldukları araştırılmalıdır.

Aklımda iki soru ile yazıyı bitirelim; (1) Başbakan hangi tarihten itibaren delillerin kayıp olduğunu biliyordu, (2) Delillerin kamudan iç ve dış mihraklar tarafından nasıl çalındığına dair bir senaryo ortaya atılacak mı?

Çok gülerim ama tabii içimden...
Aslında bu hikayeden traji komik bir tiyatro çıkar ama Başbakan ne söylerse doğrudur (!)
Sabırsızlıkla savunmayı bekleyeceğim.

Yorumlar