Çok Şaşkınım

20 Kasım 2006

Bugün 20 Kasım 2006, Dünya Çocuk Hakları Günü. Tüm çocuklarımızın aynı haklardan sınırsız faydalanabilmelerini dilerim. Gerek kişisel çabalarım gerekse sivil toplum çalışmalarım hep bu yönde. Ne kadar çok çocuğa faydam olabilirse o kadar mutlu olurum. Bunun için ne gerekliyse onu yaparım. Demokrasimizde çözüm yolları belli. Ne artar ne eksilir. Bunları uygulamak bana zor gelmez. Ben herşeyden önce bir yurttaşım ve bir anneyim. Çocuğumu topluma emanet ederken bunun nasıl bir toplum olduğunun büyük önemi var. Dolayısıyla doğru düzgün bir toplum yaratılması için elimi her taşın altına koyarım. Koyacağım da ... Her kötülüğü ararım, bulurum, ortaya çıkarmak için yazarım. Ama bugün çok şaşkınım.
Şaşkınlığım çocuklarımızdan sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun beyanlarından kaynaklı. Göreve ilk geldiği günlerde sokak çocukları ile ilgili bir toplantıda kendisine rastlamıştım. Toplantının içerik açısından başarısız olduğunu anlamak için çok da alim olmak gerekmiyordu ama göreve yeni gelmiş Bakandan çok umutluydum. Toplantının kapanış konuşmasını yapacaktı ve yuvarlak bir masada birçok kişiyle uzun uzun metninin üzerinde çalıştığını gördüm. Kürsüye geldi ve metni bir tarafa bırakarak şunları söyledi; “Bu çocukların sevgi ve şefkate ihtiyacı var başka bir şeye değil. Biz çocuklarımızı çok seveceğiz ve başaracağız. Başka söyleyecek bir şey yok.” Çoğu katılımcı konuşmanın gerçekten bittiğinden emin olamadığı için alkışlar birkaç kişiden geldi. Umutlarım yıkılsın mı yoksa daha çok mu erken karar verememiştim. Geçen bunca zaman içerisinde pek fazla konuştuğunu duymadım. Duyduklarım da olumsuzluklar karşısında hep kendini savunma tarzında konuşmalardı. Burada Kurumu savunma demediğime dikkatinizi çekmek isterim.
Çoğumuz medyayı son zamanlarda kaplayan çocuk istismarı ve sömürüsü haberleriyle çalkalanırken acaba Kurum neden sessiz diye sormaktan kendimizi alamadık. Ardından Bakanın “olay yargıda, ben bu konuların toplumda bu kadar açık konuşulmasından yana değilim, medya çocuğu istismar ediyor” söylemlerini duyduk. Çocuğun kimliğinin gizli kalmasını anlıyorum çünkü toplumda ve kamuda mağdurların utanmaları gerektiği ve dolayısıyla gizli kalmaları gerektiği yönünde oybirliği ile bir görüş var. Ben buna asla katılmıyorum. Çoğu olgunun da günyüzüne çıkamamasının nedeninin bu olduğunu biliyorum. Otobüste elle tacize uğradığını söyleyen kadına “çok gezme o zaman” diye bağıran kocalar duyduğum için gizliliğin nedenini çok net anlıyorum. Anlamadığım neden konuşmamamız gerektiği? Toplumda böyle bir rahatsızlık var. Suç olduğu için suçun doğası gereği gizlenmeye çalışılıyor. Bir de bu işlerden sorumlu Bakan susun deyince gerçekten olmuyor.
Herkes sustu ve işte çocuğa yönelik cinsel sömürü patladı. Vakitli konuşsaydık bu kadar artabilir miydi? HAYIR. Bakan yurttaş ihbar etmiyor deyip suçu yurttaşa da attı. Kendisini halen balkonda hissediyor. Tablo kendisine göre süt liman. Herşey kontrol altında, hiçbir problem yok. Bir ihbar geldiğinde hemen çocuğa ulaşıyorlar, tak tak çocuk kurtarılıyor, hemen rehabilite ediliyor. Bu bir kendini kandırmaca olsa problem olmaz ama bu lafları eden çocuktan sorumlu Bakan olunca topğlumu kandırmaca oluyor. Sivil toplum deliler gibi çalışıyor ve toplumdaki sorunla ilgili olarak kapasite yaratıyor, bilinç oluşturuyor, Bakan hanım susun, konuşmayın herşey yolunda diyor. Gözümüzün içine baka baka ALO 183’e hergün 100 – 150 çağrı geldiğini söylüyor. Aynı Bakan Meclis’te kendisine hitaben verilen soru önergesine cevabında “Bakanlığıma bağlı Özürlüler İdaresi Başkanlığı bünyesinde 25.10.2005 tarih ve 1450 sayılı onay ile hizmet vermeye başlayan “ALO 183 AİLE, KADIN, ÇOCUK VE ÖZÜRLÜ SOSYAL HİZMET DANIŞMA HATTI”na Nisan 2006 tarihi itibariyle 10 adet çocuk istismarına ilişkin ihbar çağrısı gelmiştir.” demiştir. Bu 10 çağrının sadece 1 tanesinin cinsel istismar olduğu tespiti de cevabında yeralmıştır.
Burada not almakta fayda var; Nimet Çubukçu ALO 183 dışında hatların varlığından rahatsız. Tek bir adres olması gerektiği ve bunun da Devlet’in hattı olması gerektiği yönünde bir vicdana sahip. Tabii biri, bu ben oluyorum, çıkıp da şunu söyleyiverir; “Sokak Çocukları Rehabilitasyon Derneği’nin Türkiye Üreme Sağlığı Programı kapsamında kurduğu Destek Hattına gelen sadece ihbar çağrılarının %28’i çocuğa yönelik cinsel istismar olguları ve gerek mağdurlar gerekse yakınları kimlikleri ortaya çıkar kaygısıyla ve zaten defalarca Devlet’in kapısını çaldıklarını ancak menfaat bulamadıkları şikayetleriyle ihbar da bulunmaktan vazgeçiyor ve KADERLERİNİ yaşamaya devam ediyorlar. Yani herşey PEMBE değil maalesef. Keşke olsa da sussak.
Devlet’in Bakanının susun, anlatmayın, muhalif olmayın dediği bir ortamda olguların ortaya çıkmamış olması, resmi kayıtlarda bir kaç adet gözükmesi olmadığı anlamına gelmiyor. Son iki yılda Bağdat Caddesine saat 23:00 gibi hiç mi yolunuz düşmedi. Kafaların kuma gömüldüğü belli, politika işte ama bu kadar derine de gömülmez ki… Hele çocuk konusunda.
Çok şaşkınım. Bakan, hakimin eve yolladığı ailesi tarafından istismar edilmiş çocuğun evinin kapısında sosyal hizmet uzmanı bekledi diyerek kendi vicdanını rahatlatıyor olabilir ancak işin doğrusu bu değildir. Doğru olan Bakanın sosyal hizmet uzmanını neden gece gece evin kapısının önünde beklettiğini anlatabilmesi, bekletmek yerine kanunları sorgulaması ve çocuğun korunma hakkının hakim tarafından neden verilmediğinin hesabını sormasıdır. Bakan ve Kurumu Valilik kararıyla geçici koruma çıkartabileceğini de bilmiyor olmalı ki karikatür gibi gece gece evin kapısında beklemişlerdir. Ve bunu bir NİMET gibi dile getirmektedirler.
Gerçekten şaşkınım. Çok şaşkınım…

Yorumlar