Birileri Yalan Söylüyor

16 Kasım 2009


Taiwan News’tan okudundu; Diyarbakır Barosu’ndan yapılan bir açıklamaya göre, Türkiye’de PKK terör örgütünün protestolarına polise taş atarak destek veren 15-17 yaşlarındaki yüzlerce çocuk hapsedilmiş. Haberde, sadece 2008 yılında bu nedenle yaklaşık 500 çocuğun tutuklandığı, hapsedildiği şeklinde bir bilgi de mevcut. Türk, Kürt, Ermeni, Laz, vs kökenli kavramlarından sonra ayrımcılığa katkıda (!) bulunmak amacıyla ifade etmek gerekirse, AKP kökenli Adalet Bakanı Sadullah Engin de, “18 yaş altı çocuklar için alternatif cezalar düşündüklerini” beyan etmiş.

Resmi kayıtlara göre ise; Türkiye’de 2009 yılı itibarı ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamında 16-18 yaşları arasında sadece 30 civarında çocuk tutuklu. 

Birileri yalan söylüyor…

Bu çocukları salıverelim gitsinler mi yoksa aileleri ile birlikte rehabilite etmek, çocuğa yaptığının suç olduğunu öğretmek daha doğru bir davranış mı?

Özellikle bu konunun AB’nin 2009 Türkiye İlerleme Raporunda yer bulmasından sonra birçok çocuk uzmanı arkadaş, konuyla ilgili yorum yapmam için beni dürttüler. Konuya yaklaşımım ise çok önceden belli.

Birleşmiş Milletler’in Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesinin 20. Yılında, Adalet Bakanı Sadullah Engin hala düşüne dursun, 24.10.2008 tarihinde Kanal D Haber’de yayınlanan Polise taş atan çocukların kamu ile ihtilafı başlıklı yazımı, silahlı çatışmalarda kullanılan çocuk meselesinin güncelden hiç inmediği ve artık çocuk hakları meselesinden çıkartılıp propaganda meselesi edildiği gerekçesi ile yeniden dikkatinize sunuyorum.

Polise taş atan çocukları hangi paydaş nasıl sömürüyor kararı siz verin… 

POLİSE TAŞ ATAN ÇOCUKLARIN KAMU İLE İHTİLAFI

Çocuklarımızı her türlü kötülükten korumak, aklı selim olanların boynunun borcu. Bu, basit bir vicdan meselesi. Çok akıllı, çok eğitimli olmaya gerek yok.

Aklı pek de selim olmayan, çıkarlarını öncelikle sevenler açısından ise çocuklar istismar edilebilirler. Kabahat mutlaka istismara uğrayan çocuğun anne ve babasındadır. Çocuk istismarları münferit olaylardır, Devlet ne yapsın dır…

Bir diğer içimi bulandıran söylem ise “ben çocukları çok severim” lafıdır. Söylerken kolay söylenir ve mutlaka bu şekilde söylenmek zorundadır. Kimse ben çocukları sevmem diyemez. Laf otomatiğe bağlanmış olarak söylenir, hafif de gözler buğulandı mı bu iş tamamdır. İşinizi yapmış olursunuz.

Bana bunlar sökmüyor.

Çocuğu samimi seveceksin. Sevgini icraatlarınla belgeleyeceksin. Sadece kendi çocuğunu değil bütün çocukları seveceksin. Çocukları oy kullanma yetkisi olmayan küçük insanlar ya da ailenin parçası olarak değil hakları olan bireyler olarak görecek ve bu şekilde seveceksin.

Devletlerin çocukları bu şekilde görmedikleri, çocukları icraat temelli sevmedikleri anlaşıldığından Birleşmiş Milletler, Çocuk Hakları Sözleşmesini imzaya açtı. Turgut Özal 1989 yılında bu Sözleşmeyi imzaladı. Uluslar arası sözleşmenin iç hukuk normlarına dönüştürülmesi ve uygulanması için Devlet pek acele etmedi. Daha da etmezdi ama Avrupa Birliği’ne girmek için mecbur tutulunca “paşa paşa” uyum kanunları çıkartıldı.

Kimse yanlış anlamasın, çocuğu çok sevdiğimizden değil.

Birleşmiş Milletlerin Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nin birinci maddesi 0-18 yaş grubundaki her bireyin çocuk olduğunu hükme bağlıyorsa da fetus hakları da gerekçe kısmında işaret edilmiş.

Bunun dışındaki maddeler çocukların haklarını dört temel ilke altında topluyor; çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım hakları. Buna göre çocuğu yaşatacağız, geliştireceğiz, koruyacağız ve basit anlamıyla kendisiyle ilgili kararlarda çocuğun görüşünü alacağız, katılımını sağlayacağız.

Ortada bir Sözleşme var, dolayısıyla burada “İnşallah” demenin pek bir anlamı yok. Çocuklara haklarını teslim etmek boynumuzun borcu. Tabii, ortada bir Sözleşme varsa ve bu sözleşmenin tarafları da vardır. Çocuk Hakları Sözleşmesinin tarafları Devlet ve çocuklardır. Sözleşme varsa, taraflar arasında ihtilaf olma olasılığı da vardır.

Konu gereği Sözleşmenin bir maddesine özellikle değinmek istiyorum.

Madde 38 - 4’e göre; “…, Taraf Devletler, silahlı çatışmadan etkilenen çocuklara koruma ve bakım sağlamak amacıyla mümkün olan her türlü önlemi alırlar.”

Şimdi son birkaç günde yaşadıklarımıza bakalım.

Doğu ve Güneydoğu’da çocuklar PKK tarafından emniyet güçlerinin önüne atıldılar. PKK, çocukları istismar etmiştir, silahlı çatışmanın ortasına itmiştir.

Burada ailelerin suçu var mıdır? Vardır, yoktur. Aileler korkutulmuş olabilir, aileler maddi menfaat elde etmiş olabilir, aileler çocuklarına sahip çıkma bilgi ve becerisine sahip olmayabilir, iyi eğitimli olmayabilirler, aileler PKK sempatizanı olabilir, aileler çok çocuklu olduklarından çocuklarını ihmal edebilir, vs.

Ailelerin çocuklarına sahip çıktıkları durumda zaten Devlet’e iş düşmez. Şayet aile çocuğunun istismar edilmesine karşı duramıyorsa ya da bizzat kendisi çocuğunu istismar ediyorsa, Devlet çocuğu koruma altına almakla yükümlüdür.

Çocuklar emniyet birimlerine taş atmış, emniyet birimleriyle çatışmışlardır. Ertesi gün polislerle futbol oynamak, çocuğun taş atarken yaşadığı travmayı azımsatmaz. Benim sözlükte buna; çocuk suç işlemeye itilmiş ve ertesi gün polis tarafından ödüllendirilmiştir.

Ben bensem, çocuk yetiştirdiysem, bahse girerim bu çocuk daha çok taş atmaya devam eder. Sonrasında kurşun sıkmaya başlar.

Sözleşmenin 39. Maddesi ise şöyle söylüyor, “Taraf Devletler, … silahlı çatışma mağduru olan bir çocuğun, bedensel ve ruhsal bakımdan sağlığına yeniden kavuşması ve yeniden toplumla bütünleşebilmesini temin için uygun olan tüm önlemleri alırlar. Bu tür sağlığa kavuşturma ve toplumla bütünleştirme, çocuğun sağlığını, özgüvenini ve saygınlığını geliştirici bir ortamda gerçekleştirilir.

Bu ne demek; çocuktan ve Sözleşmenin uygulanmasından sorumlu Devlet Bakanımız Nimet Çubukçu, her zaman çocukları çok sever ve hep işlerini çocuk sevgisiyle başarır, emniyet birimlerine kıyasıya taş atmaya itilen, istismar edilen bu çocukların koruma altına alınması ve, topluma haklarını ve sorumluluklarını bilen yurttaşlar olarak yeniden katılmaları için elinden geleni ardına koymadan çalışmalıdır demek.

Polis ertesi gün kendisine taş atan çocuklarla top oynadı… Sosyal Hizmetler bu rehabilitasyonu (!) yeterli görmüş olmalı.

Sayın Bakan’ın bu yönde herhangi bir çabası olmadı. Kendisi, Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili gerekçeli kararına karşı beyanlarda bulunmakla meşgul oldu. Konuların önceliği!

Başbakan, çocukları istismar eden politikacılara yüklendi ve Diyarbakır’a kaç adet bilgisayar yolladıklarını açıkladı. Eğitim bilgisayar ile başarılabilseydi çoktan her şey günlük gülistanlık olabilirdi ama doğudaki çocukların bilgisayar ihtiyacından önce gelen korunma ihtiyaçları var. Başbakan bu çok kötü çocuk istismarı durumunda bile ne güzel şeyler başardığından bahsedebildi, olumsuzu bile kendine yonttu. O taş atan çocukların korunması görevinden hiç bahsetmedi. Suçlu ailelerdi, PKK’ydı, DTP’ydi.

Diğer taraftan DTP İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel, kendi çocuğu olmadığı için çocukların PKK tarafından bu şekilde istismar edilmesinin doğru olup olmadığı yönünde bir görüşü olmadığını, çocuğu olduğunda bunu düşüneceğini gülerek beyan etti.

Başbakan, Devlet Bakanı, Milletvekili… Devlet.

Polise taş atan çocukların korunma ve rehabilite edilme hakları.

Eşittir, polise taş atan çocukların kamuyla ihtilafı.
http://www.0-18.org

Yorumlar