Olay
tarihe N.Ç. olarak geçti.
Çocuk,
fuhuşta kullanılmış, aralarında kamu hizmetlilerinin ve hatırlı esnafın da
bulunduğu onlarca kişinin tecavüzüne uğramış, bu tecavüzler sonucunda çocukta fiziksel
hasarlar meydana gelmişti.
Çocuk
başına gelenlere oturmakta zorluk çekene kadar dayanmış ama sonunda kaçmıştı.
Sonradan
dörtten fazla kere operasyon geçirdiği ve hala düzelemediği bilgisi aktarıldı.
Çocuk,
koruma altına alındığında uzun süreli ruhsal tedavi de görmüştü. Tedaviler
esnasında uzmanın bile ruh halinin bozulduğu söylendi.
Çocuğun
davası tam sekiz yıl sürdü. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.
Maddesinde lafı geçen yargılamanın makul süre içinde yapılması koşulunu
itinayla ihlal etmiş oldu.
Sırf
merakımdan soruyorum; bu sekiz yılın kaç yılı Adli Tıp Kurumundan gelecek rapor
için harcandı?
Hangi
uzmana çarpsanız, çocuğun böyle bir olayda rızası olup olmadığına veya kendini
koruma yeteneğinin bulunup bulunmadığına bakılmayacağını bilirse de nasıl oldu
da "Mağdurenin olayın ahlaki kötülüğünün farkında olduğu ve olaya ruhsal
yönden karşı koymaya muktedir olduğu" şeklinde bir rapor çıktığına hepimiz
şaşırdık mı? Yoo, çocuk bir çocuk psikiyatristi tarafından görülmemişti ki.
Mahkeme
bu raporu mesnet göstererek cezaları en alt sınırdan verdiğini ilan etti.
Kararı onayan Hakimin, çocuğun kemik yaşı 13 değil 14’tür, eh şunun şurasında
15’e ne kalmış anlamındaki açıklamasını yorumlamaya dilim varmıyor.
Uzun
süreli olayda, olayın ilk vuku bulduğu tarihte acaba çocuk kaç yaşındaydı, 10
mu, 11 mi, 12 mi diye sormayı ben akıl ettim.
Mağdurun
avukatı, çocuğun psikolog olmaksızın yapılan sorgusunda çocuğa, 'Göster bakalım
kızım, nasıl tecavüz ettiler?' şeklinde soru yöneltildiğini ifade edince bu
bana çok tanıdık geldi, hiç şaşırmadım.
Davada
zaman aşımı da sözkonusu. Yani yok yok... Bunca tesadüf birarada olunca insan
doğası gereği “n’oluyo yaa...” demeden duramıyor.
Alt
sınırdan verilen cezaların bir kısmının da suçluların duruşmalardaki iyi hali
nedeniyle affedilmesi insana, “...” dedirtiyor.
N.Ç.'ye
karşı işlenen suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Ceza
Kanunu'nun 414.maddesi: "Her kim 15 yaşını bitirmeyen bir küçüğün ırzına
geçerse beş seneden aşağı olmamak üzere ... failin kullandığı hileli vasıtalarla
fiile mukavemet edemeyecek bir halde bulunan bir küçüğe karşı işlenmiş olursa
ağır hapis cezası on seneden aşağı olamaz" hükmünü getiriyor.
Aileden
çok fakir, fuhuşta kullanıldığı aşikar çocuğun eylem sonucunda eline bir miktar
para verilmesi, “hileli vasıta” kapsamına girmiyor mu?
Hakim
adettendir diyerek rapor almak ihtiyacı duymuş olmalı. Fikrimce çocuğa ödenen
para hileli vasıtadır ve hukuk dışı bir konu değildir.
Derken,
duyarlı ve anlamlı olduğuna gönülden inandığım sayın Bakan’ın “medya konuyu
çarpıttı, yargı süreci daha devam ediyor bekleyelim” sözü başıma balyoz gibi
indi.
Kendinden
basın aktivisti bir genel yayın yönetmeni suçluların adını kamu ile paylaştı. Suçu
işleyen insanlara lanet etmemek mümkün değil ancak, bu insanların çocuklarının
istismarı, sosyal dışlanmaları açısından kimse durumu sorgulamadı, “ohhh”
çekenler oldu.
Oysaki,
çocuk hakları deyince yedi-sekiz hamle sonrasını düşünmek gerek. Bizde nerede o
akıl...
Tüm
bunlar olurken T.B.M.M. Çocuk Hakları İzleme Komitesini gözlerim ve kulaklarım
aradı. Nedense, bu Komiteye çok bel bağladım. Birşey bulamadım, duyamadım,
üzüldüm.
N.Ç.
için değilse ne zaman diye sordum içimden avazım çıktığı kadar.
Son
darbe kararı veren Yargıtay 14. Ceza Dairesi Hakiminden geldi, yargı süreci
devam ediyordu ve kimse kararı eleştirmemeliydi.
Yargı
kararları eleştirilemez diye bir moda sürüp gidiyor çoktandır.
Ben
de soruyorum neden eleştirilemez diye.
Kararlar,
hepimizin yani “Türk Milleti adına” verilmiyor mu?
Yargı
kararlarının dokunulmazlığı mı var?
Kararlara
uyacağımız kesin ama sevmek zorunda değiliz.
Sevgili
N.Ç., kararı eleştirmezsek, sen bizi affetme n’olur...
Kaynak gösterimi: www.0-18.org
Yorumlar