Kürt hareketinin (!) çocuk ve hatta tümden insan sevmediğini çoktandır biliyoruz. Sevilen Kürtler değil, Kürtçülük’tür. Çaba, ama öyle ama böyle mutlaka yönetim sahibi olmaktır. Bu tutum, davanın dışarıdan güdümlü olduğunun açık göstergesidir.
BDP’de de çocukların Kürtçülüğe feda edilmesi, sığ aklın rutini haline geldi. BDP’nin her hangi bir çocuk politikası olmadığı aşikardır.
Bu kültür içerisinde çocuğun adı sömürülmek üzere çok sık anılmakta ancak, söz konusu çocuğun hakkı olunca, aaa o da ne... Geçmişte, kendisine çocukla ilgili sorulan bir soruya, “çocuğum yok, olunca sorunuza ne cevap vereceğimi düşünürüm” diyen parti üyesi kadın bile gördü gözlerimiz, dinledi kulaklarımız.
Analık duygusunun doğuştan kadına bahşedilmediğini, geliştirilmesi gerektiğini bu olayla anladım.
Camiada, sık sık ve bol bol çocuk sahibi olmanın nedenleri var; aile çoğalacak ki daha etkin kendilerini koruyacaklar, çocuk başına Devlet’in maddi aylık yardım ödenekleri var, ayrıca bu veletler sıkı da çalışırlar, ekonomik ederleri var.
Bunlar polise güzel güzel taş da atıyorlar, ön saflara sürülüp korkak büyüklerine siper de oluyorlar.
Kendi çocuğunu sevmeyeni biz sevmeli ve farklılıklarına saygı göstermeliyiz! Bu nasıl bir edebiyat... Bende de yüksek ego var ama insan olmanın gereği her sabah egomu törpülerim.
Gel zaman git zaman, taş atan çocuklar affedildiler. Kimse bunu çocukların yararına olarak algılamadı, Kürt hareketi kazanmıştı. Zaten özgürlüğüne kavuşan çocuklar da pişman olmadıklarını yine taş atacaklarını söylemekten hiç çekinmediler. Onlar çocuk, biz büyüklerine, “Aferin 10 puan” diyelim (!) Çocukların özgürlüklerinin kısıtlanmış olması, yurt aşırı ses getirdi, propaganda oldu.
Devlet’in taş atan çocuk ihtilafını iyi yönetmediğini zaten yazıp çizmiştik. Bakan Nimet Çubukçu aileleri çocuklarını ellerinden almakla tehdit etmişti. Bu başarılabilir bir tehdit olmaktan çok uzaktı, duygusal bir adımdı, gereksizdi. Beklendiği üzere etkili de olmadı, çocuk yararına hiç olmadığı zaten aşikardı. Çubukçu ile karşısına muhatap aldıklarının polemiği olarak kaldı.
Taş atan çocuklar meselesi BDP’ye, çocukları politikaya alet etmenin rantını öğrettiyse de Milli Eğitim Bakanı’nın bundan her hangi bir ders almadığı ortada.
Gel zaman git zaman, BDP ana dilde eğitim hakkını savunmak için çocukları okula yollamama, eğitimi boykot etme çağrısı yaptı. Ortada silah sesleri var, halk çocuğunu okula yollamayacak değil yollayamayacaktır. Bu kaosu yaratan, demokrasimizde faal bir siyasi partidir.
Çubukçu yine ceza uygulamasından bahsetti... Velayet hakkının kötüye kullanılması sebebiyle dedi. Kısa not; velayet çoktandır hak değil ödev olarak anılmakta.
Bir kahraman Bakan çıkmadı ki, “korkmayın gönül rahatlığı ile çocuklarınızı okula yollayın, emniyetlerinden biz sorumluyuz” desin.
BDP, çocukları okula yollamamanın bir sivil itaatsizlik olduğunu söyledi. Her şeyi söyleyebilirler, düşünmeye zaman ayırmadıkları bir gerçek.
Sivil itaatsizlik bir aktivizm yöntemi. Fikir babası, Amerikalı yazar Henry David Thoreau. Kavramı, “pasif direniş” olarak açıklamak mümkün ve unsurları var.
Öncelikle, eylemin şiddet içermemesi gerekiyor. Boykot çağrısına uymayanların başına neler gelebilir bilmiyoruz. Bilinmezliğin korkusunu yaşamak ya da bu şekilde eyleme zorunlu hissetmek de şiddete maruz kalmaktır.
Eylemin yasaya aykırı olması ve eylemi yapanın bunun hukuksal sonuçlarını bilmesi ve katlanma rızası beklenir. Çocuklarını okula yollayamayacak olan aileler bunu bilmiyorduysa da Nimet Çubukçu öğretmiş oldu. Ancak, öğrendiler de ne oldu. Kılıç tepede asılı bekliyor.
Sivil itaatsizliğin en önemli unsurlarından biri de eylem nedeniyle “üçüncü kişilerin daha üstün bir hakkını çiğnemeyen” barışçıl bir protesto eylemi olmasıdır.
Eğitim, çocukların en üstün hakkıdır. Bu nedenle BDP’nn eğitimi boykot çağrısı, ihtilafın tarafı olarak kabul edilemeyeceği için olayda üçüncü kişi durumunda bulunan çocukların hakkını çiğnemektedir.
Çocukları eğitimden alıkoyarak eğitimi boykot etme çağrısı sivil itaatsizlik kapsamında değerlendirilemez.
Olsa olsa ki olmaktadır buna gücün kötüye kullanılması denir, suçtur.
Bu nedenle, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun konuyla ilgili ailelere yaptırım uygulanacağı açıklaması komik kaçmıştır.
Aileler hangi tarafa yaransalar acaba diye düşünmeyeceklerdir. Boykot çağrısında bulunan taraf insan yaşamına değer vermemekle ünlüdür.
Çocuklar zaten tümden kayıptır...
Yorumlar