Kan Davası

07 Nisan 2008

Bir Tahsin vardı, bir Tahsin artık yok. Tahsin, eminim kan davasını sizden benden daha iyi biliyordu. O, 16 yıla sığan yaşamının her döneminde kan davasından haberdar edildi ve bu şekilde büyüdü. Ölmeseydi belki de bir gün öldürmek zorunda kalacaktı. Peşinden ağlayanları seyrettim, Tahsin’in kanı yerde kalmayacak yemini edişlerinden irkildim. Aklıma aşiret reisi ne derse o olur lafı geldi.

Tahsin’in ailesi yine ve yeniden adam öldürmeye yemin ettiler. Tahsin’in ölümüne onlar sebep olmamışlar gibi. Eh, Tahsin neden öldürüldü? Öldürüldü çünkü aile büyüklerinden biri Tahsin’i öldürenlerin ailelerinden birini öldürmüştü. Şimdi ağlamaya ne hakları var ama ağlıyorlar. Tahsin’e kıyanlara lanet ederken aslında kendilerine de lanet etmeliler.

Aşiret reisi ciddi olarak ilgimi çekti. Adam öldürmeyeceksin deyince kimse kimseyi öldüremez. Peki bu adam neden böyle buyurmuyor dersiniz. Eminim eğleniyordur da feodal küçük dağının zirvelerinde. Bu payeyi ona verdikleri için rahatsız da olmuyordur. Yedi ceddi bu şekilde yaşamlarını kazanmıştır. Cahilleri sömüre sömüre... Gerçi aşiret reisi küçük dağları ben yarattım edasıyla geziyordur, babası, dedeleri de gezmişlerdir, ama bilsinler ki büyük dağları ben yarattım.

Bu lafı ben mi etmeliyim. Olabilir, silah alırsam... Ama almaya hiç niyetim yok. Bu iş benim işim değil. İşi olanlar neredeler bilmiyorum. Varlıklarını hissetmiyorum. Toplumdaki korkmuşluğun, sinmişliğin, Tahsin’lerin çığlıklarının farkındayım elbette ama ilgililerin neyin farkında olup neyin farkında olmak istemediklerini anlayamıyorum. Suç işlenince yargıya intikal ettirmek emniyet birimlerinin görevi. Kaç faili meçhul olgu var diye düşündüm hemen. Ama tabii suçu önlemek gibi de bir asli görevleri var yasaları gereğince. Suçu önlemek için cezaları arttırmanın pek de yararlı olduğunu söyleyemeyeceğimize göre gerçekten kan davası ilkelliğini önlemek için ne gibi önleyici tedbirler aldıklarını merak ediyorum.

Bir televizyon programına katılmıştım. Bireylerin silahlanmalarını konuşuyorduk. Türkiye’nin önde gelen hukukçularından birinin Devlet beni korumuyorsa ben kendimi koruyacağım tabii başka ne yapılabilir dediğine şahit olmuştum. Belindeki silahla o da küçük dağları ben yarattım edasındaydı. Küçük olup da büyük değer bulanlara kızgınım ama asıl o küçüğe büyük değer verip sırnaşanlara tahammülüm yok. Çok şaşırmıştım tabii ve sordum, eğer gerçekten böyle düşünüyor ve hukuk devletinde yurttaşın elinde silahı savunuyorsanız, siz çoktan işsiz kalmalıydınız, nasıl oldu da hala hukukçuyum diye geçiniyorsunuz... Cevabı yüksek sesle konu dışı bir iki azar olmuştu. Başka bir tür cevap beklediğimi de söyleyemem kendisinden. Beni yanıltamadı.

Ortalık küçük dağları yarattığını sanan feodalcilerin varlığına rağmen büyük dağları ben yarattım edasıyla gezinen mevki sahipleri ile dolu. Bu yapmacık büyük dağlar hangi dağlar acaba?

Kadının başının örtüsü onları gerdi ama Tahsin’lerle ilgili tık yok. Tahsin’i düşünen, düşüren, yaşamından eden ağaların karşısında nedense pek bir ezik duruluyor. Belki de içlerinden keşke kan parasında anlaşsalardı da bizi yormasalardı bile diyorlardır.

Yasalarımız gereği  Tahsin'i öldüren ağır ceza alacak. Yaşı küçükse almayacak. Yine yasa gereği cinayeti işleyenin yakınları, komşuları da azmettirmeden dolayı ceza almalılar ama tabii fail kimse azmettirmedi derse hemen inanırız. Merak ettiğim aşiret reisi ne ceza alacak ya da alacak mı? Yoksa bu olay da münferit ve sosyal risk kapsamında bulunmayan bir olgu mu (!!!).
...
Bu yazıyı yazarken bir yandan da haberleri dinlemekteydim ve şaka gibi ama işte bir kan davasında daha biri 14 diğeri 15 yaşında çocuklar gözaltına alınmışlar. Kaymakam öyle dedi. Tesadüfün böyle lanetlisi de olur mu? Televizyonu kapattım ve yazıyı da bitiriyorum. Veriler falan yazsam ne olacak. Kimsenin parmağı oynamıyor. Yazının yarım kalmış havası isyanımın kelimelerinden daha iyicedir.

Yorumlar