12 Ekim 2009
Okullar açıldı bildiğiniz gibi ya da trafiğin yoğunlaşmasından, okul servislerinin vızır vızır gezinmesinden fark ettiğiniz gibi.
Çocukluğumdan beri okulların açıldığı günlerde mutlaka sıkıntılar yaşarım, tatilin hiç bitmemesini isterim. Uzun zaman bu durum nedeniyle tembel levhasını boynuma asmışlardır. İşin gerçeği gel zaman git zaman oğlum da yaz tatilinin bittiği günlerde hep kızgın, bezgin ve isteksiz olurdu. Benim de oğlumu tembellikle suçladığım olmuştur. Oğlum büyüdü artık, tatil bitti, okullar açıldı diye sıkılmama gerek yok sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Üzerimde muhalefet etme boyundurluğu var. Bu memleketin yurttaşıyım ya…
Ancak diğer yurttaşlara bakıyorum pek bir ses, pek bir muhalefet görmüyorum.
Milli Eğitim hakkında yazdıkça anladım ki, ne ben ne oğlum ne de diğer okula gitmeye isteksiz, sıkıntılı çocuklar aslında tembel değiliz. Sorgulayan, kötü muameleyi sevmeyen, bundan sıkılan, üzülen, okutulan derslerden zevk almayan, okutulma şeklini beğenmeyen insanlarız.
Eğitilmek değil öğrenmek isteyen insanlar da denebilir bizim gibilere. Çoğu eğitmen ve maalesef psikolog çocuklara çok kolay hiper aktif teşhisi koymakla aslen çocukların geleceği ile oynadıklarını bilmezler. Nasıl olur, çocuk sakin sakin oturuyor dendiğinde, “düşünce boyutunda hiper aktif, efendim” diyenlere de rastladım. Gülmeyin…
Oturmak bilmeyen yaramaz çocuklar açısından ise teşhis genellikle, aile çocuğa ilgisiz, çocuk okulda ilgi bulmaya çalışıyor o yüzden yaramaz…
Okul dönemlerimde hep suçlandığımı, ben yetmez ailemin de suçlandığını hatırlıyorum. Oğlumla ilgili olarak ise tabii nispeten daha donanımlı olduğum ve eti senin kemiği benim zihniyetine hiç kapılmadığım için sorgulama (iyi de sorgularım, suyu kalmaz) ve itiraz etmek üzerine odaklandığımı, çocuk sıfır aldıkça bunun sadece çocuğun evde ödev yapmamasından kaynaklanamayacağını, öğretmenin de çok büyük kusuru olduğunu sıklıkla ifade ettiğimi, ailelere ve çocuklara çok da pervasızca yöneltilen suçlamaları cengaver şekilde karşıladığımı da hatırlıyorum.
Tabii, çoğu veli buna zor cesaret eder. İpin ucunda çocuğun notları var… Bu sessiz bir tehdit ve anlaşma ortamıdır. Öğretmen ve idareciler asar keser, veli suçludur, öğrenci suçludur. Ah bilmezsiniz öğretmenler üç kuruş paraya mahkum ne cefakar insanlardır. Veli buna susar, öğrenci bu durumdan rahatsızdır garip davranışlar sergileyerek kendini ifade ederse de o aslında bir hiper aktif küçük şeytandır. Ama senenin sonunda öğrenci sınıfını geçmekle ödüllendirilir.
Bu yıl okullar yine bir garip açıldı. Daha açılmadan önce öğretmen atamalarında kriz yaşandı. Daha sonra öğrenci servislerinde araç yaşları konusu gündeme geldi. Ardından İstanbul’da dağıtılan eğitim kitaplarındaki harita krizi patlak verdi. Okul polisi meselesine hiç girmeyeyim. Okulların açıldığı gün o okulun aslında yıkıldığını öğrenen veliler de oldu. Daha neler neler…
Bence Milli Eğitim tüm bunlardan sorumlu tek mercidir. Ancak Bakan Nimet Çubukçu da Sosyal Hizmetler döneminden bildiğim kadarıyla tıpkı Başbakan gibi “bu olay münferittir” düsturunun arkasına sığınan bir politikacıdır.
Bu, kendinden her daim memnun politikacılar eğitim sistemimizi bozdur bozdur harcamaktadırlar. Yurttaşlar parasız eğitim sistemine rağmen çocukların okula yollanması için ailelerine ücret ödenmesi gibi bir düzene sokulmuşlar ve, ben buna gizli ek vergi derim, haldır haldır para toplayıp Milli Eğitim’e akıtmaya odaklandırılmışlardır.
Çocuk Hakları Sözleşmesi ise sadece çocuğun eğitime katılmasından değil kaliteli eğitim almasından bahsetmektedir.
Hal böyleyken, Nimet Hanım ve Recep Bey İstanbul’da açılan okulların toplu açılış töreninde bir araya geldiler. Kurdeleler kesildi, gülücükler dağıtıldı. Vee, tabii ki Başbakan bir de konuşma yaptı.
Törende Başbakan dedi ki;
İstisnasız her çocuk altın kalplidir.
Ezberci bir yaklaşım değil, okuyan, sorgulayan, tahlil eden bir bakış açısını öğrencilerimize kazandırmalıyız.
Bilgiyi aşkla heyecanla fedakarlıkla nasıl harmanlayacağımız üzerinde de hepimizin düşünmesi, kafa yorması gerekiyor.
Adım adım ilerleyerek eğitim sistemini geliştireceğiz, küresel ölçekte rekabetçi yapıya kavuşturacağız.
Anne ve babaların çocuklarının bütün eğitim ve öğretimini okullara ve öğretmenlerin omuzlarına bırakmaları son derece yanlıştır.
Saygıdeğer öğretmenlerim, sevgili gençler birbirinizi seveceksiniz de diyen Başbakan’ın kendi içerisinde çelişen bu konuşmasının ardından söylediği bu söz ne demek istediğimin aslında bir mizahi özetidir.
Çocuklar ve öğretmenler birbirlerini sevmiyorlar. Okullarda barış ortamının yakalanamamasının faturası öğrenci ve veliye yükletiliyor. Buna rahatsızlığını dile getiren çocuklar hiper aktif, tembel çocuklar oluyor, itiraz eden veliler ise ilgisiz, sevgisiz insanlar olarak kabul ediliyorlar.
Milli Eğitim’de hala adım adım ilerlemekten bahseden bir Başbakan ve Bakanı var ortada.
Ne demek istediğimi anladınız…
Yorumlar