05 Nisan 2010
Birleşmiş Milletler Antlaşması, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 51 kurucu ülke tarafından 1945 yılında imzalandı. Günümüzde 192 üyesi bulunan BM aslında “uluslararası ilişkilerde şiddet kullanılmamasını” teminat altına alan ilk sözleşmedir. Özünde barış yatan bu birliktelikte Taraf Devletler barış ortamının oluşturulmasında, barışın korunmasında ve geliştirilmesinde çocuklara öncelikli değer verilmesi gerekliliğini kavramışlar ve çocukların “barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla” yetişmeleri için 1990 yılında Birleşmiş Milletlerin Çocuk Hakları Sözleşmesini yürürlüğe koymuşlardır. Halen, Sözleşmenin yükümlülüklerini yerine getirme maddi imkanlarından ve toplum düzeninden yoksun olduğu gerekçesiyle taraf olmaktan çekinen Somali hariç, tüm BM üyesi ülkeler - ki dünyada yaşayan çocukların hemen hemen tamamına yakınını kapsamaktadır, Sözleşmeye taraf olmuşlardır.
Sözleşmenin ardından, aslen Sözleşmeye taraf Avrupa Birliği üyesi devletler tarafından ayrıca 1996 yılında Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi Strazburg’da imzalanmıştır. Türkiye gerek Sözleşmeyi (kabul tarihi 1995) gerekse AB Sözleşmesini (kabul tarihi 2001) iç hukukumuzda kabul ederek yürürlüğe koymuştur.
Bu en yaygın ve geniş katılımlı her iki sözleşme çocuğu aynı şekilde tanımlamaktadır. Buna göre, “çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır” (Sözleşme Madde 1).
Sözleşmenin ve AB Sözleşmesinin önsözlerinde yer aldığı üzere, 1924 tarihli Cenevre Çocuk Hakları Bildirisinden kaynaklı olarak, “çocuğun gerek bedensel gerek zihinsel bakımdan tam erginliğe ulaşmamış olması nedeniyle doğum sonrasında olduğu kadar, doğum öncesinde de uygun yasal korumayı da içeren özel güvence ve koruma gereksiniminin bulunduğu"na atıfta bulunularak, çocuk kavramının gebeliğin başlangıcından itibaren ele alındığı belirtilmektedir.
Sözleşmeyle, tarihte farklı kültürlere, farklı zaman dilimlerine ve farklı sosyo-ekonomik yapılara bağlı olarak değişim gösteren çocuk kavramı, dünyaca kabul edilen evrensel bir tanıma kavuşmuş ve çocuklar açısından en azından hukuksal boyutta birincil eşitlik ortamı yaratılmıştır.
Diğer taraftan toplumsal yaşamın tarihine baktığımızda, toplumları çocuklara değer vermedikleri için, çocuğu “küçük insan” olarak değerlendirdikleri için sorgulamak yanlış olur. Eski çağlardaki yaşam standartları içerisinde çocuğa özgü bir ortamın yaratılması, günümüzde bile yakalanamamış çocuk hakları ideal ortamı göz önüne alındığında gerçekçi olmayacaktır. Geçmiş incelendiğinde çocuğun velayetinin ailede olduğu ve ailelerin bu statülerini mevcut sosyo-ekonomik ortamlar içerisinde aile açısından verimli olacak şekilde kullandıkları gözlemlenmektedir. Günümüzde de çocuğa karşı bu tutum devam etmektedir.
Yunan ve Roma tarihinden günümüze, diğer tüm kavramlar gibi çocuk kavramı da süreç içerisinde gelişmiştir. Bunun anlamı, çocuk kavramının ve çocuğun gelişim süreçlerinin eski çağ toplumlarında da var olduğu, bilindiğidir. Örneğin mitolojide[1] çocukla ilgili ibarelere sık rastlamak mümkündür. Sıralamada önce gelen Yunan Mitolojisi’nde, Tanrıça Artemis’in “çocukların doğumunu yönettiği”, Tanrıça Hestia’nın ise “yeni bir çocuk doğduğunda aileye kabul edilmeden önce çocuğu kutsayan” olduğu söylenmektedir. Buna göre, Eski Yunan’da çocuk kavramının doğumdan itibaren başladığı ve çocukların aileye kabul edilmesi, aile içerisinde korunması, bakılması gerektiği toplumsal anlayışının hakim olduğunu anlamaktayız.
Eski Yunan’dan Roma Mitolojisi’ne gelindiğinde ise süreç içerisinde çocukla ilgili kavramların geliştiğini, çocuğun farklı gereksinimlerinin olduğunun anlaşıldığını izliyoruz. Roma Mitolojisi’nde, Tanrıça Abeona “çocukların koruyucusu”dur, Tanrıça Alemonia “henüz doğmamış çocukları besleyen”dir, Tanrıça Dea Dia “ürünün (çocuk) büyümesi ve gelişmesini sağlayan”dır. Buraya kadar Eski Roma zamanından beri çocukların korunmaya, gelişmeye gereksinimlerinin yani haklarının olduğunun bilindiği ve aynı zamanda “henüz doğmamış” çocuklardan bahsedilmek suretiyle çocuk kavramının gebelik sürecini de içerdiğinin tariflendiği ve bu dönemde çocukların beslenme gereksinimlerinin (doğum öncesi bakım) farkında olunduğu görülmektedir.
Yine Roma Mitolojisi’nde, bu kez Tanrıça Edusa’nın “küçük çocuklara beslenmeyi öğreten” olduğu (çocuğun sağlıklı fiziksel gelişim hakkı), Bebeklerin Tanrısı Fabulinus’un “çocuklara konuşmayı öğreten” (çocuğun sağlıklı zihinsel gelişim hakkı) olduğu, Juventus’un “Gençlik Tanrıçası” (adolesan) olduğu, Tanrıça Juno’nun “çocuklara ışık bahşeden” (çocuğun aydınlanma / bilinçlenme / eğitim hakkı) olduğu, Nundina’nın “yeni doğan bebeğe isim takıldığı dokuzuncu günün Tanrıçası” (çocuğun kimlik edinme hakkı) olduğu, Tanrıça Pilumunus’un “yeni doğan çocukları koruyan” olduğu (bebeklerin korunma ve bakım hakkı), Tanrıça Vesta’nın - Yunan Mitolojisi’nde Tanrıça Hestia’dır - “aile ocağının koruyucusu” olduğu (ailenin korunması, çocuğun aile içinde gelişimi ve bakılması hakkı) görülmektedir.
Özetle, çocuk kavramının eski çağlardan günümüze pek değişmediği, çocuğun tanımının Eski Roma’dan itibaren gebeliği de içine alan, bebeklik, erken çocukluk, adolesan dönemlerini kapsadığı görülmektedir. Sözleşme ile çocuk kavramına getirilen 18 yaş üst sınırı ise çocukluk dönemini tanımlaması ve sınırlaması açısından çok önemlidir.
Çocukların hakları açısından bakıldığında ise yine yaşama, gelişme, korunma temel çocuk haklarının Eski Çağlarda da var olduğu ve bilindiği görülmektedir. Ancak, Sözleşme ile tariflenen çocuğun katılım hakkı daha çok yeni olarak tariflenmiş bir çocuk hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tüm bunların ışığında, çocuk kavramının ve haklarının antik çağlardan beri biliniyor olmasının ne tarihte ne de günümüzde çocuğa yönelik istismarların önünü alamadığı, çocuklarımızın sosyal olarak hala dışlandıkları, sosyal yoksunlukla başetmeye çalıştıkları gerçeği ve katılım haklarının yaşama geçmesine bir katkıda bulunamadığı dikkat çekmektedir. Kavramların oluşturulması, hukuksal düzenlemelerin yapılmış olması toplumdaki çocuğa yönelik yanlış tutum ve davranışların sürmesine engel olamamaktadır.
Polat, O., Gezer, T., Sosyal İçerme ve Çocukların Katılım Hakkı, s.8-12, Sokak Çocukları Rehabilitasyon Derneği yayını, 2007
[1] Mitoloji, eski çağlarda yaşamış olan insanların doğa olaylarına, sosyal ilişkilerine, dini inanışlarına bakış açılarının yorumlanmasıdır.
Yorumlar